6 Kasım 2007 Salı

Başarının adı: Jose Mourinho

Başarının adı: Jose Mourinho


Chelsea Teknik Direktörü Jose Mourinho'yu anlatan kitap, tüm dünyanın ilgisini çeken bir insanın öyküsüne eğiliyor. Futbolseverler, kitap başına...

ERAY ÖZER (Arşivi)
Bir yönetmen düşünün. İlk 35 milimetrelik filminde Oscar'a aday gösterilmiş ve en iyi yönetmen, en iyi film, en iyi senaryo vs gibi dallarda tüm ödülleri toplamış olsun. Chelsea Teknik Direktörü Jose Mourinho buna benzer bir başarıyı futbolda akıl almayacak kadar kısa bir sürede elde etmiş bir isim. Meslektaşları ehvenişer bir kariyer için yıllarca kafa patlatırken Portekizlinin dünya futbolunun zirvesine yerleşmesi sadece beş buçuk yıl sürdü. Diğerleri sisli bir ormanda çıkışı ararken, Mourinho'nun eline, birisi haritayı tutuşturmuştu sanki. Tek yapması gereken, zahmet edip çıkışa kadar yürümekti.
Evet, dışarıdan bakıldığında, onun son üç yılda iki Portekiz ligi şampiyonluğu, bir Portekiz Kupası, bir UEFA Kupası, bir Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu, bir İngiliz Lig Kupası, bir İngiltere lig şampiyonluğu kazanması, ancak elinde bir haritayla başarılabilirmiş gibi duruyor. Fakat bu yazının asıl konusunu oluşturan Jose Mourinho isimli kitapta da görünüyor ki Mourinho aslında takıntı derecesinde disiplinli, aktif olarak uygulama şansına sahip olmadığı dönemlerde de belirli bir futbol felsefesine sahip olan, dünyayı futbolun penceresinden algılamayı âdet edinmiş bir adam. Ayrıca başından beri bir gün en iyisi olacağına inanıyor.

Kurt bir futbol adamı
Burada, ayaktopuyla fazla ilgilenmeyenler için Mourinho'nun futbol dünyasında nasıl bir imaja sahip olduğuna dair bir parantez açmak gerekiyor. Portekizli teknik adama ilişkin, birbirinden keskin bir şekilde ayrılmış iki görüş var. Başka türlü ifade edersek, futbolseverler ya Mourinho'dan nefret ediyor ya da çok seviyor. Arası yok... Çünkü Jose Mourinho, basında yer alan demeçleri, rakiplerine tepeden bakması, diğer teknik adamları küçümsemesiyle nam salmış bir isim. Mesela, geçen yıl Şampiyonlar Ligi ikinci turu öncesi rakip Barcelona'nın teknik direktörü Frank Rijkaard'a aynen şunları söylemişti: "Benim futbolculuk kariyerim 10 üzerinden sıfırdı, Frank'ınki ise 10. Benim teknik adamlık kariyerim 10 oysa onunkiyse sıfır..."
İşte onun bu kişiliği hakkında yazılacak bir kitabı herhangi bir teknik adam biyografisine kıyasla çok daha ilginç hâle getiriyor. 'Kimdir bu adam', 'neden böyle davranıyor', 'oyuncularla diyalogu da böyle mi acaba' gibi soruların cevabını bulmak isteyen futbolseverler, bu sebepten ötürü aynı zamanda çok yakın aile dostu da olan Portekizli gazeteci Luis Lourenço'nun kaleme aldığı Jose Mourinho isimli kitaba büyük ilgi gösterdi. Özellikle de basınıyla sürekli ters düştüğü İngiltere'de...
Kitap yurtdışında 'Jose Mourinho: Portekiz Yapımı' adıyla çıktı ama Bizit Yayınları gösterişli bir kapak tasarımıyla piyasaya sürdüğü bu biyografide sadece 'Jose Mourinho'yu kullanmayı tercih etmiş.
Futbolla işi gereği her gün içli dışlı olan biri olarak kitabı okuduktan sonra Mourinho'ya karşı düşüncelerimde bir değişiklik olmasa da onu daha iyi anladığımı söyleyebilirim. Lourenço'nun (ve zaman zaman bizzat Mourinho'nun) kaleminden Jose Mourinho'nun Portekiz'in Benfica kulübünde başlayıp Chelsea'ye uzanan yolculuğuna baktığınızda onun oyuncularını minik düşmanlar yaratarak var ettiğini görmek mümkün. Yanlarında 'çıraklık' yaptığı Sir Bobby Robson'dan aldığı tutku ile Luis Van Gaal'in işbilirliği, mücadeci kişiliğiyle bir potada eriyince modern antrenman tekniklerinin uygulayıcısı, kazanmaya giden sürecin her anlamda saha dışında başladığını bilen genç yaşında karşın 'kurt' bir futbol adamının oluşmasını sağlamış. Futbol adına yaptıklarını, bir gün boyunca yaşadıklarını günü gününe, aksatmadan not alan, defterler dolusu notlardan her oyuncunun hangi idmanda ne yaptığını bulup çıkarabilecek kadar 'takıntılı' bir teknik adamın...
Lourenço, kitaptan anlaşıldığı kadarıyla iyi dostu Mourinho'yu pek üzmek istememiş. Tüm anlaşmazlıkların, tartışmaların sonrasında ya Mourinho'nun yaptıklarından dolayı çok pişman olduğunu, ya da karşı tarafın hatasını anlayıp özür dilediğini görüyoruz. Kitaba inanan sanır ki dünyanın en nefret edilen, en çok düşmana sahip, Anders Frisk'in hakemliği bırakmasına neden olduğu için UEFA Hakem Komitesi tarafından 'futbolun düşmanı' olarak tanımlanan Mourinho değil...
Son olarak kitabın çevirisinden bahsetmek gerekiyor. Ben kişisel olarak bu gibi önemli futbol kitaplarının Türkçeye çevrilmesinden büyük mutluluk duyuyorum. Uzun vadede de bu gibi yayınlarının arkasının gelmesi çok önemli. Avrupa'da yayımlanan pek çok futbol kitabından haberdar bile olmuyoruz. Oysa futbol Türkiye'de popüler kültürün en kârlı öğesi. Lakin bir futbol kitabını Türkçe'ye kazandırmak bir parça da olsa özen gösterilmesi gereken bir olay. 'Jose Mourinho' çevrilirken futbol terimlerinin Türkçe'deki karşılığı hiç ama hiç göz önüne alınmamış. Daha kitabın ilk satırı '2003-2004 Champions Ligi' ifadesiyle başlıyor, bütün kitapta 'Şampiyonlar Ligi' kullanılmasına rağmen... Arka kapakta Mourinho'dan Bobby Robson'ın 'koç asistanı' olarak söz ediliyor, futbolda 'koç' terimini hiç kullanmamamıza rağmen... Bu ve benzeri örneklerin hepsini yazmaya kalksam tüm Radikal Kitap dolabilir. Evet, zaman zaman yayınevleri kitapları hızla basabiliyor ama bu durum okurun kitabı bulmaca çözer gibi okumak zorunda bırakılmasını mazur göstermez. Keşke cesur bir girişimle bu önemli kitabı Türkçeye kazandıran Bizit Yayıncılık, bu konuya biraz daha özen gösterebilseydi.

"İç hataların çoğu az çalışmalarından kaynaklanıyordu. Mesela Van Hooijidonk sorunlu olarak değerlendiriliyordu. Buna göre, o kazanmak ve başarının tadını almak istiyordu. Diğer ligdeki deneyimleri ona sadece çalışarak başarı elde edebileceğini göstermişti. Kaliteli bir çalışma ve tüm oyuncuların çabası olmazsa kazanamayacağını çok iyi biliyordu. Takım arkadaşları ile çatışmasının sebebi buydu.
Antrenmana önem veren çalışma metodum Van Hooijidonk'un istekleri ile örtüşüyordu. O bir bakıma grubun en etkileyici karakteriydi."
Kitaptan

JOSE MOURINHO
Luis Lourenço, Çeviren: Tuğçe Esener, Bizit Yayıncılık, 2005, 176 sayfa, 12.5 YTL.

15 Ağustos 2007 Çarşamba

İsa bizim günahlarımız için öldü. Şimdi bu günahları işlemeyerek onun kendini feda etmesini anlamsız hale düşürmek olur mu?

8 Ağustos 2007 Çarşamba

şafak türküsü

şafak türküsünün tam 12 sayfa olup bir kitap olduğunu..1984'te "Şafak Türküsü" kitabı Akademi Kitabevi Başarı Ödülü kazandı ve üst üste yeni baskıları yapıldığını biliyormuydunuz.
ŞAFAK TÜRKÜSÜ

1
Beni burada arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne
Ağlama

Kaç zamandır yüzüm tıraşlı
Gözlerim şafak bekledim
Uzarken ellerim
Kulağım kirişte
Ölümü özledim anne
Yaşamak isterken delice

2
Bugün görüş günü
Günlerden salı
Islak
Sarı bir yağmur
Ülkemin neresine bakarsa ay
Orada yitik bir anne ağlıyor
Sen aralıyorsun yağmuru
Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini
Sonra bir umut koşuyorsun
Yüreğin avcunda
ısırırken
çırpıntı gözlerini
(ah verebilseydim keşke
yüreği avcunda koşan
herbir anneye
tepeden tırnağa oğula
ve kıza kesmiş
bir ülkeyi armağan
koşma anne
birdenbire batacak olan
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
oysa benim için gece
ışık hızıyla koşan
kısa ve soğuk bir zamandır
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
uykusuz
yorgun
ve korkak

3
sanırım baytardı
yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken
ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor
boşver hipokrat amca
üzülme ne olur
sen de anne
sen de üzülme
hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi
ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim
ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim
korkak kahraman gecelerimi
düşlerimle sınırsız
diretmişliğimle genç
şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine
usulca açılıverdi
yanağımda tomurcuk

pir sultan'ı düşün anne
şeyh bedrettin'i
börklüce'yi
torlak kemal'i düşün anne
hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde
utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının
onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen
ince bilekli çıplak ayaklı tanya'nın
deniz'i düşün anne
her mayıs şafağında uzun
uzun döverken darağaçlarını
ve o şafaktan doğma
onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
insanları düşün anne
düşün ki yüreğin sallansın
düşün ki o an
güneşli güzel günlere inanan
mutlu bir yusufçuk havalansın

4
sıcak omuzlar değerken omzuma
buz üstünde yürüdüm yıllar boyu
bayraklar ve türkülerle
kopunca memelerinden o mükemmel yaşama

kurşunlar sıktılar alnıma
açık alanlarda ağır
kartalların konup kalktığı
yalçın kayalardan biriydim
ölüp dirildim yeniden
güneşli güneşsiz akşamlarda

mutlu yarınlar adına
özgürlük adına ekmek adına
üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin
dirilip dönmesin diye hiroşimalar
tahtadan atların boynuna çıplak
ölümlerle yatmasın diye çocuklar
aç gözlerle bakmasın diye çocuklar
kardeşlik adına
havadaki kuş denizdeki balık adına
yürüdüm yıllar boyu

dönüp bakmadım arkama
ıraktı gözlerim çok ırak
izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda
kalsa da silinir gider
yalnızca bir ağıt gibi çakılır
ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer

5
tören adımlarıyla ölmek
ne garip şey anne
kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum
bütün gözler üstümde

sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun
masa üstünde üşüyen bir sigara
yanında küçücük bir cam bardak
içinde rengi bu gecenin
cılız titrek bir kibrit
kağıt kalem
sandalye
geride flu
yağlı
büküm büküm bir ip
ve çingene kuralına uygun
değişmez dekoru mudur
idam mahkumunun

6
kırılacak cammışım gibi davranıyorlar
yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün
oysa birazdan boynumu kıracaklar
pul pul dökülecek yaz siyasi eylül'ün

ben ölümü asıl az ötede titreyen
çingenenin kara killi ellerinde gördüm
anladım ki küllenen sigaradır
soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm

yani benim güzel annem
alacaşafağında ülkemin
yıldız uçurmak varken
oturup yıldızlar içinde
kendi buruk kanımı içtim

7
ne garip duygu şu ölmek
öptüğüm kızlar geliyor aklıma
bir açıklaması vardır elbet
giderken darağacına

8
geride
masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem
bağışla beni güzel annem
oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
elleri değsin istemedim
gözleri değsin istemedim
ağlayıp koklayacaktın
belki bir ömür taşıyacaktın koynunda

usul adımlarla yürüdüm ömrümü
karşımda kurum kurum-laşan darağacı
(tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan
ökse de olsa dört bir yanı)
birdenbire acıdı boynum
gelecekler var birbiri ardınca genç
yakışıklı

ne olur işçi kadınım
az yumuşak dik
şu kefenin yakasını

9
yaşamak ağrısı asıldı boynuma
oysa türkü tadında yaşamak isterdim
çiçekleri kokmak ırmakları akmak
yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak
su başlarında aylak sektirmek kavalımı
sonra bir çocuğun afacan bacaklarında
anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim
o güzel günleri görenler arasında
bir soluk ben de yaşamak isterdim
bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden
öperken siya-u jakond'u tebessümünden
işte o an saçlarından yakalamak dolunayı
bir de yirmibeş kilometreden görebilmek
nazım'ın gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı

ölmek ne garip şey anne
bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı
sedef kakmalı bir kutu içinde
vermek isterdim çocukların ellerine
sonra
sonra benim güzel annem
damdan düşer gibi
vurulmak isterdim bir kıza

10
künyemi okudular
suçumuz malum

gecenin kıyısında durmuşum
kefenin cebi yok
koynuma yıldız doldurmuşum
koşun çocuklar çocuklar koşun
sabah üstüme
üstüme geliyor
yanlış mı duydum yoksa
erkenci bir horoz mu ötüyor
keskin bir acı bilenmiş
gitgide yaklaşıyor sonum

iri sözlerim yoktu söyleyecek
usulca baktım yüzlerine
bin yıllık iskeletleri çatırdayarak
göçtü ayaklarının dibine

korkutamadılar beni anne
avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran
darağacı
bir zaman rüzgarda
saçını tarayan telli kavak değil mi
boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız
sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi
söyle anne
o çingene
bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan
bağıra çağıra geçen bohçacı kadını
sevmedi mi çılgınca

11
kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda
işkenceler zindanlar hücreler
savunmak yok mutlu tok bir yaşamı
açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren
mideme karşı
kısacası
bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
gülmek umut etmek özlemek
ya da mektup beklemek
gözleri yatırıp ıraklara

ölmek ne garip şey anne
artık duvarları kanatırcasına tırnağımla
şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım
mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım
baba olamayacağım örneğin
toprak olmak ne garip şey anne
ceplerimde el yerine balyoz taşırken
korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini
ve yüreğimin ırmakları taştı
taşacakken
ölmek ne garip şey anne

uçurumlar ki sende büyür
dağdır ki sende göçer
ben yaprak derim çiçek derim
çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim
gül yanaklı çocuğa benzer
yine de
oğlunu yitirmek kimbilir
ne garip şey anne

12
beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama
kırıldıysa düş evinin kapısı
bütün kırık kapıların çağrılışıyım
kızların yanaklarında çukurlaşan
biten başlayan aşkların ortasındayım
her kavgada ölen benim
bayrak tutan çarpışan
her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni
özlem benim kavga benim aşk benim
bekle beni anne
bir sabah çıkagelirim

bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur
çam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar
o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak
öylece kalkar uykudan şalterler
dişleyip tükürmeden sigaralarını
türkü tadında giyinirken işçiler

bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
adı başka sesi başka nice yaşıtım
koynunda çiçekler
çiçekler içinde bir ülke getirirler
başlarını koymak için yorgun dizine
sen hazır tut dizini anne
o mükemmel güne
http://www.dosthane.de/nevzat_celik.php          teşekkürler

1 Ağustos 2007 Çarşamba

Daltonlar'ın Gerçek Hikayesi



Daltonlar'ın Gerçek Hikayesi
Dalton kardeşler deyince hepinizin ilk olarak aklınıza küçükken seyrettiğimiz "Red Kit" adlı çizgi film gelir. Ağzında sigarası ile devamlı olarak hapishaneden kaçan Dalton Kardeşlerin peşinde olan yalnız kovboy Red Kit, küçük çocuklara kötü örnek olmasın diye sigarası ota çevrilen Red Kit. Öncelikle bize RedKit'i ve Dalton Kardeşleri sevdiren kişi olan Maurice de Bevere den bahsedelim. Paris merkezli Dargaud Yayınevi'nden yapılan açıklamaya göre ''Morris'' takma adlı Maurice de Bevere, 1940'lı yıllarda Red Kit'i çizgi roman dünyasına kazandırdı. ''Gölgesinden hızlı ateş eden'' tek kovboy olan Red Kit'in ve poker oynayan atı Düldül'ün serüvenleri, tüm dünyada 30 dile çevrildi, 150 milyon satış yaptı, 40'a yakın da filmi çevrildi. Red Kit her serüvenin sonunda, ''Ben yalnız bir kovboyum'' şarkısını söyledi. Vahşi Batının en acımasız ve en şanssız haydutları Daltonlar, her maceranın sonunda Ret Kit tarafından hapishaneye taş kırmaya gönderildi. Tabii onlarla birlikte ''Vahşi Batının en aptal ve en sevimli köpeği Rintintin de. Morris, 1988 yılından itibaren Red Kit'in ağzından düşürmediği sigarası yerine ot parçası koyarak Dünya Sağlık Örgütü'nden madalya da almıştı. Maurice de Bevere 19 Temmuz 2001 de Fransa da hayata gözlerini yumdu. Red Kit ve Dalton Kardeşleri yetim bıraktı. Gerçekten Dalton Kardeşler Maurice de Bevere'in anlattığı gibi miydi. Maurice de Bevere'in anlattıklarında Dalton Kardeşlerin gerçek hikayesinden esinlendiği kesin. Gerçi Dalton Çetesindeki isimleri biraz değiştirmişti, ama yinede Dalton Kardeşler gerçekti. Red Kit ise Maurice de Bevere'in hayal ürünü idi. Gelin hep beraber bir zaman yolculuğu yapalım ve Dalton gerçeğine göz atalım.... Dalton kardeşler için suç dolu bir hayat sürüldüler demek popüler yada romantik olabilir, ama gerçeklere bakarsak vahşi zamanlarda ve vahşi bir yerde yaşadılar. Coffeyville, Kansas'a yakın Amerikalı Kızılderililere ait olan sınırlarda yetiştiler. Kısa bir süre için kanuna hizmet ettiler. Büyük abileri, Frank Dalton, Fortsmith deki devlet mahkemesinde polis şefi olarak vazifelendirilmişti. 27 Kasım, 1887'de Smith-Dixon çetesi ile olan çatışmada Frank vurulmuş ve ölmüştü. Bill ile Kaliforniya ya taşınan Grat Dalton Kızıl Amerikalı devlete geri dönüp, abisinin bıraktığı yerden devam etti. Polis şefi olarak çalıştığı zamanlarda bir sanığı yakalamaya çalışırken kolundan yaralandı. 1889 da Muskogee mahkemesi için yardımcı polis müdürü olarak göreve başlamıştı. Bob Dalton Wichita, Kansas daki devlet mahkemesinde yardımcı polis müdürü olarak çalıştı. Aynı zamanda ölen abisi, Frank in takımı ile de beraber çalıştı. Emmett Dalton da abisinin takımı ile ortaklık yaptı, ama çoğunlukla Pawnee acentasına yakın olan, Bar X Bar çiftliğinde kovboylukla geçimini temin etti. İleride çetenin diğer iki üyesi ile de bu çiftlikte tanışacaktır, Bill Doolin ve William St. Power (aynı zamanda Bill Powers ve Tom Evans olarak biliniyorlardı). Bill Power hakkında fazla bilgi bilinmiyor, Texas Peco lardan bir sürüyü kızılderililerin oraya sürüklenmesi hariç. Emmett Bar X Bar da çalışırken yakınlardaki çiftliklerde çalışan kovboy ve gelecekteki çete üyeleri ile tanıştı. Bu kişiler Charlie Pierce, George Newcomb, Charlie Bryant, ve Richard (Dick) Broadwell dı (aynı zamanda Charlie Bryant, Texas Jack ve Richard Broadwell, John Moore olarak biliniyordu). Dick Broadwell Hutchinson, Kansas ın yakınlarından önemli bir aileden geliyordu. Oklahoma Devletinin açılışında Kovboy Flats arazisinde bir malikaneye sahip oldu. Yandaki malikanede yaşayan bayana aşık oldu. Ona evlilik teklif ettiğinde bayan kabul etti ve Dick'i iki malikaneyi de satıp Fort Worth, Texas a taşınmaya razı etti. Bayan burada para ile gözden kayboldu. Dick, kızılderililerin olduğu bölgeye geri döndü ve çiftliklerde çalışmaya başladı. Charlie Pierce, Missouri de ki Blue River şehrinden dolu gibi yağdı. Missouri de bir bela yüzünden kızılderili bölgesine kaçtı, ve Pawnee şehirine yerleşti. Bir süre seyyar viski sattığı için Fort Smith hapisanesinde yattı. George Newcomb, Bitter Creek-Sert/acı dere olarak bilinen sahış Fort Scott, Kansas dan gelmişti. İş hayatına 12 yaşında kovboy olarak Long S. çiftliğindeki C. C. Mezbahasında başlamıştı. Daha sonra kızılderili bölgesine sürüklenmişti. Charlie Bryant Wise County, Texas dan gelmişti. Bir barut yanması sonucu yanağında kalan siyah iz ona Siyah Yüzlü Charlie lakabını kazandırmıştı. Bob Dalton, Osage Polis Departmanının başı olarak çalışırken viski satmakla suçlandı. Grat Dalton'unda başı aynı zamanlarda belaya girdi ve polis şefliği görevini dogru düzgün yerine getiremediği için işten atıldı. Polis şefi olmamalarına rağmen hala daha başka görevlilerin takımlarında çalışmaya devam ettiler. Ama artık gelirleri kısıtlı idi. Temmuz, 1890 Bob, Grat, ve Emmett, Claremore I. T. ye yakın bir yerden at çalıp Kansas ta satmaktan suçlandılar. İzlerinden bir takım takip ettiği için Bob ve Emmett kızılderili bölgesinden ayrılıp Kaliforniya ya gittiler. Kardeşleri Grat yakalanıp hapishaneye konmuştu. Daha sonra yeterli delil bulanamadığından çıkartıldı. O da kardeşlerinin yanına Kaliforniya ya gitti. 3 kardeş, Kaliforniya daki kardeşleri Bill in yanında birleşmişlerdi. Yakın gelecekte olan olaylar onların yeniden kaçmalarına neden olacaktı. 6 Şubat 1891 in gecesi Southern Pacific RR trenini Alila, CA da soyguna uğramıştı. Dalton kardeşleri suçlanmıştı. Bob ve Emmett yine takip edilirken eyaleti terk ettiler. Grat ve Bill tutuklanmıştı. Bob ve Emmett tekrar kızılderili bölgesine döndüler fakat hala daha arandıkları için işleri çok zorlaşmıştı. Kızıl derili devletlerinde saklandıkları süre içinde iki kardeş Emmett in çiftlikten eski iki arkadaşları ile buluştular- Charlie Bryant ve Bitter Creek Newcomb. Hep beraber Wharton, O.T. deki treni 1891 in Mayısında soymak için. Çete trenyoluna ait 1745$ para ile kaçtı. Bu soygundan kısa bir süre sonra Charlie Bryant hastalandı ve Hennessey, O.T. de doktora götürüldü. Polis şefi, Ed Short Bryant'ı iyileştiği hotel odasında yakaladı. Hennessey de hapishane olmadığı için tutukluyu tren ile Wichita, Kansas a götürmeye karar verdi. Bu yolculuk sırasında Bryant kaçmaya çalıştı. Temin ettiği tabanca ile çatışma sırasında iki adamda birbirenden yediği kurşun ile hayatını kaybetti. Çetenin bir sonraki soygunu Wagoner I. T. ye yakın Leliaetta daki tren Katy'e oldu. Bob and Emmett ile beraber Bitter Creek Newcomb, Bill Powers, Dick Broadwell, Charlie Pierce, ve Bill Doolin vardı. 15 Eylül 1891 in gecesi treni durdurup soydular. Express vagonundan 2500$ çaldılar. Bu sıralarda, 3 Temmuz 1891, Kaliforniya da, juri Grat Dalton u Alila tren soygunculuğundan dolayı suçlu buldu. Hükmünü beklerken Grat 18 Eylülde hapisaneden kaçtı ve Oklahoma ya geri döndü. Kısa bir süre içinde kardeşlerine kavuştu. Mayıs, 1892 nin sonunda üç Dalton kardeşleri Pierce, Newcomb, Powers, Broadwell, ve Doolin ile takım kurarak yine bir tren durdurdular. 1 Haziran, 1892 de Red Rock tren istasyonuna gelen treni soymak için beklediler. Tren istasyona girdiğinde vagonları karanlıktı, bir terslik şüphesine düşen çete trene dokunmadılar. İkinci gelen treni soymaya karar verdiler. Çetenin verdiği karar doğru çıktı, ilk trendeki 70,000$ korumak için bir sürü silahlı muhafızlarla doluydu. Malesef, ikinci tren az bir değer taşıyordu, çete sadece 50$ ile kaçtı. 14 Temmuz, 1892 çete en son tren soygunluğunu yaptı Adair I. T. de. Yine tren görevlilerde doluydu, fakat çete o kadar sessiz ve hızlı idiki Polisler trenin soyguna uğradığını son dakikaya kadar fark etmediler. Trenden inişlerinde Polisler ve eşkiyalar arasında kısa ama şiddetli silah çatısması oldu. Bu çatışmada suçsuz bir seyirci yaralanıp, diğer birisi de hayatını kaybetmişti. Eşkiyalar yakalanmadan, miktarı belirtilmiyen para ile kaçtılar. Adair soygunluğundan sonra çete ayrıldı ve herkes kendi yolunda devam etti. Dalton kardeşleri hala daha arandıkları için, son birkez daha soygun yapıp ve yeterince para kazanıp ülkeyi terketmeyi planladılar. Aynı sehirde, aynı zamanda, iki ayrı bankayı soymaya karar verdiler. Hem yeterince para elde etmek için hemde tarihe adlarını yazmak için, çünkü daha önceden kimse böyle birşey yapmaya teşebbüs etmemişti. Bu soygun için mükemmel şehir Dalton kardeşlerinin eski memleketleri, Coffeyville, Kansas. 5 Ekim, 1892 sabahının erken vakitlerinde çetenin 5 üyesi, Bob, Grat, Emmett, Bill Power, ve Dick Broadwell Coffeyville e geldiler. Atlarını bankanın karşısındaki sokağa bağladılar. İki gruba ayrılıp karşıya doğru yürüdüler. Birincisi "Condon National Bank" ya, ikinci grupta "First National Bank" a girdiler. Malesef halk tarafından tanındılar ve alarm çalındı. Şehir halkı çabucak dükkanlardan silah temin edip şehiri soyguncalara karşı korumak için pozisyonlarını aldılar. Eşkiyalar kaçmaya çalıştıkları zaman çok siddetli bir çatışma başladı. Halktan dört ve eşkiyalardan dört kişi hayatını kaybetti. Çeteden sağ kalan tek kişi Emmett ciddi şekilde yaralanmıştı. İyileştikten sonra, işledikleri ceza için yargılandı. Hayat boyu hapis cezası aldı, daha sonradan vali tarafından af edildi ve son günlerini Kaliforniya da geçirdi. Coffeyville de olan olaylar Dalton çetesine son vermedi. Eski çetenin üç üyesi hala özgürdü, Bill Doolin, Bitter Creek Newcomb, ve Charlie Pierce. Ve dördüncü dalton Bill de aynı "sürgün" hayatını izledi. Yakın zaman içinde abilerinin eski ortakları ile birleşip, Doolin-Dalton çetesi olarak kızılderili bölgesine gelecek yıllar boyu terör havası estirdiler. Ama bu başka bir hikaye. Gelecek yazıda görüşmek üzere.